Ben bir iki deneme dışında oruç tutmadım.
Onlar da zaten bayılma ve migren ataklarıyla bitince, bir daha zorlamadım kendimi.
Babam tutardı orucunu.
Onunla her sabah sahura kalkardım. Yemek hazırlardım…
İşte bir ergen olarak ne yapabiliyorsam artık. Ama karnının doyduğundan emin olmadan onu sofradan kaldırmazdım.
O yemeğini yerken, ben de içimden sürekli yukarıdakine “bak valla ben tutmicam, yanlışlıkla beni oruçlu sanıp sonra bana günah falan yazma” diye de açıklamamı yapardım.
Marmaray'dan inince, fırına uğrayıp pide alayım dedim. Sıraya girdim. Bekledim de baya.
Sanki evde 5 kişi yaşıyormuşuz gibi iki tane aldım. Fırından yeni çıkmıştı, sıcacık.
Onları sanki küçük bir çocuk taşır gibi iyice kendime yaklaştırarak taşıdım.
Sıcaklığı bana geçti. Gözlerim doldu.
Pideleri değil, çocukluğumu taşıyordum kucağımda.
Eve kadar zor tuttum gözyaşlarımı. Pidenin sıcaklığı bir anda babamın sıcaklığına döndü.
Ne çok özlemişim…
Belki de bu yıl ölüm tarihi yaklaşmışken ramazanın denk gelmesi, ayrı bir vurdu beni.
Hemen annemi aradım. “Bana bak, 100 yaşına kadar yaşa tamam mı! Öyle sakın erkenden falan gitmeye kalkma! Seni seviyorum.” dedim.
Aslında anneme söylerken, yukarıdakineydi mesajım.
Biraz emir cümlesi gibiydi ama...
O beni anlamıştır.
Zaman sonsuz ve her şeye hep vaktimiz olur diye öteleyip duruyoruz.
Sevdiklerimize kızgınlıklarımız, öfkemiz oluyor. Zamanı bununla öldürüyoruz.
Sonra sıcak bir pide, yüreğini dağlıyor….
Özür dilerim, beni affet,
Teşekkür ederim, seni seviyorum Baba…